"Yedi Sevgili" Dansöz

M. Serdar KORUCU

Bir hayat ve o hayata giren yedi erkek… Yazar Şebnem Şenyener üçüncü kitabı “Dansözün Ölümü”nde Mu isimli bir dansözün dramını anlatıyor.

Gustave Courbet’in “Dünyanın Kökeni” tablosundan esinlenerek oluşturulan kitap, öldürülen ünlü dansöz Mu’nun hayatını farklı insanların bakış açılarından izliyor, esrarengiz ölümün sır perdesini aralıyor. Haberposta.com sizler için Şebnem Şenyener ile konuştu. İşte Şenyener ve polisiye kitabı “Dansözün Ölümü”.

Haberposta: Bildiğimiz kadarıyla ABD’de yaşıyorsunuz. Neydi sizi dansözlerin dünyasına çeken?

Şebnem Şenyener: Dansözün hareketinde insana heyecan veren bir güzellik vardır. Hayali bir rekabete iter etrafındakileri, tek tek kaldırıp göbek attırdığı insanı. Kimisi çekinir, diğerleri çekinenleri itekler. Beni hep büyülemiştir dansöz. Her şeyiyle; gözleriyle, elleriyle, zilleriyle, pırıltılı tülleriyle, saçlarıyla… Yazıda onun hareketini yaşamak, hayal etmek, müziğini duymak hoşuma gitti. İfadede, dilde aynı şeyi yakalamaya çalıştım.

AMERİKA’DA İLK TÜRK DANSÖZ

Haberposta: Ayrıntılı bilgiler ve tarihçe bilgileri var kitapta. Dansözlerle ilgili çok araştırma yaptınız mı?

Şebnem Şenyener: Dans seyretmek için iyi bir bahane oldu “Dansözün Ölümü”. Gece klüplerinden müzelere kadar ulaşabildiğim her yerde bu bahane ile dansöz seyrettim. Amerika’ya ilk gelen biri Türk diğeri Cezayirli iki dansözün hikayesine de böyle rastladım. 1893 Chicago Fuarı’nda ilk gösterilerini yaptıklarında muhafazakarların tepkisini çeken şalvarlı, göbekleri açık, başları yemenili, dolgun hatlarıyla bakanları kışkırtan dansözler. Fatima adlı dansöz New York’a geliyor aynı yıllarda. Ve Edison’un kineteskobuyla kayda alınan ilk filmler arasına giriyor. Müthiş bir sansasyon haline geliyor. Edison’un eşi ve ilerici kadınlar grubu bu gösteriyi Brooklyn Enstitüsü’nde seyrederlerken polis basmış salonu. Sonra sansürle gösterilmeye devam etmiş. Sansürlü film halen Modern Sanat Müzesi’nin ilk filmler kataloğunda mevcut. Fatima’nın göğüs ve kalçalarının üzerinde birer siyah şeritle, göbeği fırıl fırıl dönerken.

"EN BÜYÜK DEDEKTİFLER SUÇ TARAFINDAN GELENLER"

Haberposta: Polislerin dünyası siyah-beyaz üzerine kuruludur. Ya iyisinizdir ya da kötü. Kitabınızın son bölümünde bir polisin yaşadığı olay aracılığıyla bu görüşü eleştiriyorsunuz aslında. Sizin için zor olmadı mı grinin olmadığı bir dünyayı kaleme almak?

Şebnem Şenyener: Polisiye’nin polislerin ve yasanın siyah beyaz dünyasını gri taraflarıyla gören bir yazı türü olduğunu düşünüyorum. Okurların kalbini kazanan bütün hayali detektifler yasanın ve polisin insana karşı duyarlılığını kaybetmesine karşı çıkan, kimi kendi adaletiyle kimi kendi yöntemleriyle sorunları çözmeye çalışanlardır. Tuhaftır, tarihten örnekleyecek olursak en büyük detektifler suç tarafından gelen tipler. “Dansözün Ölümü”nde cinayeti soruşturan detektif Simontaut’nun kendini polis örgütü içinde yalnız bir “kovboy” gibi hissetme sebebi de sözünü ettiğiniz gri alan. Simontaut, bu yüzden bütün bunları en iyi ifade eden insan diline yani polis arkadaşlarının genellikle pek rağbet etmediği edebiyata düşkün. Edebi hırsları nedeniyle, suçun sadece hukuki değil insani bir durum olduğuna inanan ve insani çözüm arayan bir detektif.

Haberposta: Polisiye romanlar yazarken ilhamı nereden alıyorsunuz? Hayattan mı kitaplardan mı?

Şebnem Şenyener: İnsan zaman zaman durup bir düşünmek, durup bir nefes almak, durup bir rahatlamak ihtiyacı duyar. Bir temiz rüzgar, bir ağaç gölgesi, serin bir deniz, çoşkulu bir çağlayan nasıl isterseniz, bir öpüş, bir sarılış ya da gece karanlığında yoğun bir birleşme. Gündelik işlerimiz nedeniyle yüreğimizi sıkıştıran alıp veremediğimiz pek çok hesap içindeyken, medeniyet hala yeni bir pabuç gibi ayağımızı sıkıp sıkıştırırken, vakti zamandan çalınacak bir nefes, kısa bir tatil bedenimizi kökenine yaklaştırır, özvatanına yatırır, eskide kalan, unuttuğumuz, kaybettiğimiz bir aksi bir anlığına yakalar gibi oluruz. Şansımız varsa bu ziyaretten yarım yamalak, beş aşağı beş yukarı cinsten belli belirsiz bir ifade yakalarız. Esip geçen bir koku, akıp giden bir su, düşüp eriyen bir kar tanesi türünden varlığı ile yokluğu kısacık anlara mahsus bir ifade. İşte o ifadenin peşinde, kafamızın içindeki henüz bir türlü bilemediğimiz, anahtarları kilitli kapılarının ardında asılı duran koridorları açmaya niyetli bir ifadenin peşinde bir faaliyet bu diyeyim. Dolayısıyla kuralı yok, bazen kitaplardan bazen hayattan gelir o ses.

“İLHAMIMI GERÇEK BİR DEDEKTİFTEN ALDIM”

Haberposta: “Param yoktu yazar değil polis oldum” diyor kahramanımız. Ancak kitabınızdaki bütün polisler kitap çıkartmışlar sonunda.

Şebnem Şenyener: Dansözün Ölümü’nün detektifi Simontaut demin sözünü ettiğim polisiye geleneğine bir selam olsun diye ilhamını hakiki bir New York dedektifinden aldı. Benim de tanıdığım biri o. Hakikaten de parası olmadığı için yazarlık yapamayan ve o sebeble de polis olan biri. Ama sonunda bir kitap yazdı kendi hikayesini anlatan. Dolayısıyla hem yazar oldu hem dedektif.

Haberposta: Kitabınızdaki olaylar yoğun araştırma isteyen konular üzerine. Zehir türleri gibi. Pek çok bilgi katılıp yoğrulmuş metnin içine. Nasıl bir ön araştırma süreci yaşadınız?

Şebnem Şenyener: Polisiye kitapları okurken hoşuma giden türden şeylerdi bu ayrıntılar. Gerçekçi sanat akımında resimde gördüğümüz ayrıntılar gibi. Sayılar, bilimsel görünen bu yüzden de gerçeklik iddia eden detaylar. Bir de kişisel bir zevk söz konusu. Ansiklopedik bilgilerin içine girmekten duyduğum bir zevk.

KADIN ERKEĞİN ERKEK KADININ AYNASI

Haberposta: Kitabınızda kahramanınız sık sık “biz erkeklerin anlayabileceği meselelerden” bahsediyor. Sizin bir kadın olarak bunları yazmanız zor olmadı mı?

Şebnem Şenyener: Kadının erkeğin aynası, erkeğin de kadının aynası olduğunu düşünüyorum. Bu açıdan birbirimizi yarattığımıza inanıyorum. Kendimizi görebilmenin bir yolu, kendi dışımıza çıkıp ters aynadan bakmak olabilir bu yüzden.

Haberposta: Kitaptaki karakterleri nasıl ortaya çıkardınız? Çevrenizden kendinizden etkilendiniz mi? Çünkü gazeteci bir karakter de var.

Şebnem Şenyener: Dansözün Ölümü’nde ana karakter dünyanın en erotik tablosunda resmedilen kadına ait. Yani dünyanın kökeninde resmedilen başı ve ayakları görünmeyen kadın. O karakteri anlatacak bir hikaye gerekti ve kitap oldu. Mu’yu yani kitabın esas karakterini bu nedenle yedi erkek anlattı. Onların hepsinin bir parçası Mu. Güzelin, aşkın, tutkunun, çelişkinin kendisi, arzu odağı. Sorun ondan doğuyor, onun etrafında dönüyor ve onunla çözümleniyor. Her ifade Mu’nun üzerinden kalkan tüller gibi onun kim olduğunu biraz daha aydınlatıyor ve sonunda onun kim olduğunu tam öğrendiğimizde onu kimin, niçin ve nasıl öldürdüğünü de tam anlıyoruz.

MU’NUN ANLAMI SIRRININ İFADESİ

Haberposta: Karakterlerin isimleri ne ifade ediyor?

Şebnem Şenyener: Herkes sonunda ismine benzer düşüncesinden yola çıkarak karakterlerin isimlerini onların kimliğini ifade edecek isimler olarak seçtim. Mu’nun isminin anlamı da onun esas kimliğinin ve sırrının ifadesi. Cinayetin çözümünde kilit noktası.

Haberposta: “Yabancılığın en önemli faydası hep yabancı kalmak” Ne demek?

Şebnem Şenyener: “Yerlilerin” aynası olmak demek. Onların kendilerini sizin üzerinizden yansıtmalarında bir araç olmak, bunda bir fazilet bulmak demek.

Haberposta: Bölüm başlarında İştar’dan alıntı yapıyorsunuz. Neden?

Şebnem Şenyener: Eski Mezopotamya destanlarından İştar’ın yeraltına inişi, benim çok hoşuma giden bir şiir. Üzerinden yedi kez yeryüzüne ait bir şey alınır kapıdaki bekçi tarafından ve sonunda çıplak kalır. Demin sözünü ettiğim o kısa nefes ihtiyacını gideren, peşinde olduğum ifadeye yakın bulduğum, o sesi ve lezzeti hissettiğim bir dili temsil ettiği için metinlerin girişinde sanki ses ayarı olarak kullandım o satırları.


22.4.2006 19:47